15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://yollarbenibekler.com 300 0
theme-sticky-logo-alt
theme-logo-alt
İlk uzun yolculuğum, İstanbul – Antalya antalya kedi

İlk uzun yolculuğum, İstanbul – Antalya

Motosiklet ile tanışmamdan sonra ilk sürüş eğitimini tamamladım, aylardan Mayıs ve oğlumun doğum günü gelmek üzereydi. İlk deneyim olacağı için de heyecan vardı tabii.

Kendimi şehirlerarası yolda ilk denemem İstanbul – Gölcük arasında oldu. Nispeten serin bir havada 80-90 km hızın üstüne çıkmadan yaptığım sürüş ile düşük ortalama ile geç de olsa Antalya yolculuğu için endişelerim azalmaya başladı.

Kullandığım motosiklet KTM Duke 390. Bu motorlar aslında daha çok şehir içinde kullanacağınız, biraz hırt, delişmen motorlar. Seçme nedenim de boyut ve ağırlığı nedeniyle kullanım ve hakimiyetinin nispeten kolay, torku sayesinde uzun yolda seri ve atak, son hızının da çok fazla olmamasından dolayı daha rahat hakim olabileceğim bir motor olmasıydı. Özellikle uzun yolda, hele de otobanlarda ağır vasıtaların 90 km hızlarda seyretmesi ve olası bir konvoy oluşturması halinde çabuk hızlanması sayesinde o kalabalık ve tehlikeli alandan hızla uzaklaşmamı sağlaması, üstüne de hafife alınmayacak kalitede bir ABS sisteminin olmasını da eklersek, başlangıç motoru olarak seçmem doğal bir sonuçtu.

Yola hazırlık için önce sağlam çantalar ve gergili ipler edindim, ayrıca gideceğim güzergahı Google Maps üstünde oluşturup, olası bir internet veya şarj sıkıntısına karşı bu yolun çıktısını aldım. Yolda şifayı kapmamak için termal içlik ve kaskta kullanmak için balaklava da alışveriş listesinde yer aldı tabii ki.

Yola çıkmadan önce yol-hava durumu sitesinden tahminen nasıl hava şartları ile karşılaşacağımı hesapladım (ki yanlış bir hesap Bozüyük’de bir gece kalmama mal olacaktı) ve gece güzel bir uyku çektim.
Sabah erken uyanıp, yola koyuldum. O anki heyecanı anlatmama kelimeler yetmez diyebilirim. Hatta Eskihisar iskelesine gelene kadar hala bu yolu gidip gidemeyeceğimi düşünmekteydim. Feribot için bilet alırken eldiveni nereye koyacağımı şaşırmalar, sırada nereye geçeceğimi bilmemeler filan şu an çok neşeli anılar olarak yer alıyor. Feribot ile Topçular iskelesine yanaştığımda, gerçekten artık yolculuğun başladığını hissetmiştim.
Planım, İznik Gölünün kuzeyinde yer alan Kerametli Köyüne uğrayıp kahvaltı yapmak, ardından İznik’de bir kahve içmekti, nitekim Yalova Gölcük yolundan İznik tarafına dahiyane (!) bir geçiş rotam vardı. O acemilikle köylerin arasındaki patika yollardan gitmeye başladım. Her köyden sonra haritaya bakıp, bir sonraki köye ulaşıyor, yolların durumunu önemsemiyor, manzaranın büyüsüne kapılmış gidiyordum ki, onunla karşılaştım.

[embedyt] https://www.youtube.com/embed?listType=playlist&list=PLrEYRyvzIruHqfRdyGpIP-uIVbd73FLbb[/embedyt]

Burada “O” diyerek bahsettiğim, bir kangal köpeği. Sahibinin evini, tarlasını koruyan, yiğit, mağrur ve bir nebze asabi bir tosuncuk. Küçültme eki kullandığıma bakmayın, kendisi aslında, büyük ihtimalle hayatına başlarken başvurusunu Aslan olmak için yapmış, kontenjanda yer kalmadığı için köpek olarak hayattaki görevine başlamış bir minik Godzilla.
Sanırım hızım 70-80 km civarı, epey ileriden dikti kafayı, göz göze geldik, ve pek de hayra alamet olmayan bir şekilde doğruldu yerinden. Eğitimde söylenen “hız düşür, son anda gazla” tekniğine uymak için 40-50 arasın düşürdüm hızımı, bana koşarak yaklaşmasını izlemeye başladım. Hatırladığım, daha doğrusu hatırlamak istediğim şeyler, sol tarafımda hissettiğim hırıltı, gazlamam ve bir kaç dakika sürdükten sonra sağa çekip bir sigara yakmamdı.
Derken artık köy yollarında İznik tabelası belirmeye başladı, durduğumda farkettiğim ise kullandığım SJCAM marka kameranın o ana kadar kayıt yapmamış olduğuydu. Tekrar kayıta başlayıp yola döndüm. Hedefim İznik öncesinde Keramet Köyüne uğrayıp, kahvaltı etmekti, nitekim plana sadık kaldım. Güzelce karnımı doyurduğumda saat 8 olmuştu, İznik yolundayken de ufukta gördüğüm kara bulutlar yaklaşmaya başlamıştı. Bilecik tarafına doğru yola devam ettim, Vezirhan dolaylarında yorulduğumu hissedince bir restoranda durdum, hazır durmuşken, erken bir öğle yemeği atıştırmaya başladım. İşte o andan itibaren tüm planlar altüst olmak üzereydi. Önce rüzgar deli gibi esmeye başladı, o ana kadar telefonumda bulunan ama kullanmadığım uygulama ise peşimden gelen kara bulutların yanısıra, gideceğim istikametten gelen diğer bulutlu ve yağışlı alanı gösteriyordu. “Yağış yok en azından” diyerek yola çıktım, 10 dakika gitmeden kaskta tıkır tıkır yağmurun sesi başladı, ardından tıkırdama, gürültüye dönüştü, rüzgar iyice delirdi. İtiraf edeyim, korkarak sürüyordum, duracak yer de yokken yola devam etmekten başka çarem yoktu.
Rüzgarın şiddetine karşı koymak ve yağmurdan dolayı her yerimde hissettiğim ıslaklığı da kafama takmadan giderken bir kamyon şoförü sağa çek diye işaret etti. Durdum, “sağımdan git, benzinciye kadar kollayayım seni” dedi. Nitekim böyle yaptık. Benzin istasyonunun lokanta kısmına girdiğimde üstümde kuru bir yer kalmamıştı. Şoförle birer çorba içtik, o arada da 10-15 km ötedeki Bozüyük ilçesinde bir oteli arayıp, yer ayırttım. Gelene kadar da klimanın sıcak ayarda çalıştırılmasını rica ettim.
Yaklaşık 30 dakika sonra otele varmıştım. Kıyafetlerin hepsi, hatta iç çamaşırlarım bile sırılsıklam halde saat 1300 civarı odaya girdim. Üstümdekileri çıkardım, sıcak bir duş alıp, hemen bir saat uyku çektim. Uyumamın sebebi hasta olup olmayacağımı görmekti. Bir saat sonra uyandığımda gayet dinç hissetmek beni epey rahatlattı, sırada kıyafetleri kurutmak vardı. Önce botları rüzgarla kurumaları için camın kenarına yerleştirdim, ardından çantamdaki ayakkabıları giyip Bozüyük sokaklarında bir markete girdim. Biraz pirinç, biraz da pamuk aldım. Tabii bot için yeni bir tabanlık da eklendi listeye. Otele döndüm, havalandıkça biraz kuruyan kıyafetleri yatağa serdim üstlerine pirinç döktüm, ayrıca kurumak üzere olan botu da pamukla doldurdum. Her saat başı da pirinç ve pamuk işlemini yeniledim. Akşam olduğunda cadde üstünde bulduğum bir esnaf lokantasında yemek yiyip odama geri döndüm. Çok geç olmayan bir saatte uyudum.
Ertesi sabah 8 gibi güneş sanki önceki gün hiç fırtına kopmamış gibi pırıl pırıl parlıyordu. Kıyafetler, mont, botlar kupkuru olmuştu, ısıtarak kurutmadığım için de herhangi bir koku yapmamışlardı. Yan çantalardaki bir çok kıyafet sırılsıklam halde olduğundan otele kargolamaları için bırakıp yola koyuldum. Sabah 8 gibi yola çıkmıştım. Önümde 450 km civarı bir yol vardı, rahat bir sürüşle, molalar dahil 7-8 saatte tamamlamak gibi bir planla sürmeye başladım. Rotam Kütahya – Afyon – Çeltik Beli üstünden Antalya’ya uzanır halde keyifle devam ettim yola. D650 karayolu üstünde Osmanköy tarafında ufak bir mola verip, Afyon’da ikinci molaya kadar devam ettim. Afyon’da depoyu doldurdum, Sandıklı – Burdur hattına devam ettim. Burdur’dan sonra Çeltik Beli geçişi yolun verdiği yorgunluğu üstümden atmıştı. Üstelik hedefime de oldukça yaklaşmıştım. Rampa, virajlar derken benzin ihtiyacı gidermek ve bir kahve molası için daha durdum. Ardından Antalya’ya varmam için son parkuru tamamlayıp yolu bitirdim.
Sonuçta KTM Duke 390 ile ilk uzun yolculuğumdu. Aslına bakarsanız motosikletle ilk uzun yol tecrübemdi. Yola çıkmadan önce gerek eğitim videolarından, gerekse çevremde bu yollara daha önce çıkmış arkadaşlardan edindiğim bilgiler çok işime yaradı. 2 gün, yolda geçen 11 saat benim için motosiklet sevdamı perçinleyen bir süreç oldu. Sonuç olarak, güzel bir anı olarak yolculuklarım listesine başlangıcı yapmış oldum.

Paylaş:
Önceki Yazı
Harley-Davidson 174,636 motosikleti hatalı fren ihtimali yüzünden geri çağırıyor…
Sonraki Yazı
Motobike İstanbul 2018 ardından…

0 Yorum

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: